ORTA OYUNU
Orta oyunu, çevresi izleyicilerle çevrili bir alan içinde oynanan, yazılı metne dayanmayan, içinde müzik, raks ve şarkı da bulunan doğaçlama bir oyundur. Orta oyunu adının geçtiği ilk belge 1834 tarihlidir. Daha eski kaynaklarda bu oyun; kol oyunu, meydan oyunu, taklit oyunu, zuhurî gibi adlarla anılmıştır.
Orta oyunu, han ya da kahvehane gibi kapalı yerlerde de oynanmakla birlikte, genel olarak açık yerlerde ortada oynanan bir oyundur. Oyunun oynandığı yuvarlak ya da oval alana palanga denir. Oyunun dekoru; yeni dünya denilen bezsiz bir paravandan ve dükkân denilen iki katlı bir kafesten oluşur. Yeni dünya ev olarak, dükkân da iş yeri olarak kullanılır. Dükkânda bir tezgâh, birkaç hasır iskemle bulunur.
Orta oyununun kişileri ve fasılları Karagöz oyunuyla büyük oranda benzerlik gösterir. Oyunun en önemli iki kişisi Kavuklu ile Pişekâr'dır. Kavuklu, Karagöz oyunundaki Karagöz'ün karşılığı, Pişekâr da Hacivat'ın karşılığıdır. Orta oyununda da gülmece öğesi, Karagöz oyunundaki gibi, yanlış anlamalara, nüktelere ve gülünç hareketlere dayanır. Oyunda çeşitli mesleklerden, yörelerden, uluslardan insanların meslekî ve yöresel özellikleri, ağızları taklit edilir. Bunlar arasında Arap, Acem, Kastamonulu, Kayserili, Kürt, Frenk, Laz, Yahudi, Ermeni vb. sayılabilir. Orta oyununda kadın rolünü oynayan kadın kılığına girmiş erkeğe Zenne denir.
Kavuklu Hamdi ile Pişekâr Küçük İsmail Efendi, orta oyununun önemli ustaları sayılır.
Orta Oyununun Bölümleri:
• Mukaddime (Giriş): Zurnacı, Pişekâr havası çalar. Pişekâr çıkar ve izleyiciyi selâmladıktan sonra zurnacıyla konuşur. Bu konuşmada, oynanacak oyunun adı bildirilir. Daha sonra zurnacı Kavuklu havasını çalar. Kavuklu ile Kavuklu arkası oyun alanına girer. Kavuklu ile Kavuklu arkası arasında kısa bir konuşma geçer. Sonra bu kişiler birden Pişekâr'ı görüp korkarlar ve korkudan birbirlerinin üstüne düşerler. Bazı oyunlarda zenne takımı ve Çelebi'nin daha önce çıkıp Pişekar'la konuştukları bir sahne de vardır.
• Muhavere (Söyleşme): Bu bölüm Kavuklu ile Pişekâr'ın birbirleriyle tanıdık çıktıkları tanışma konuşmasıyla başlar. Kavuklu ile Pişekâr'ın birbirinin sözlerini ters anlamaları bir gülmece oluşturur ki buna arzbâr denir. Arzbârdan sonra tekerleme başlar. Tekerlemede Kavuklu, başından geçen olağan dışı bir olayı Pişekâr'a anlatır. Pişekâr da bunu gerçekmiş gibi dinler, sonunda bunun düş olduğu anlaşılır.
• Fasıl (Oyun): Oyunun asıl bölümü, belli bir olayın canlandırıldığı fasıl bölümüdür. Orta oyunu fasılları genellikle iki paralel olay dizisinde gelişir. Dükkân dekorunda gelişen olaylarda genellikle Kavuklu bir iş arar. Pişekâr'ın ona iş bulmasıyla olaylar gelişir. Dükkâna gelip giden çeşitli müşterilerle ilgili oyunlar da vardır. İkinci olaylar dizisi yeni dünya denilen ev dekorunda geçer. Zenne takımının, Pişekâr aracılığıyla ev araması ve bir eve yerleşmesi biçiminde olaylar gelişir.
• Bitiş: Oyunun son bölümüdür. Pişekâr, izleyicilerden özür dileyerek gelecek oyunun adını ve yerini bildirir. Oyunu kapatır.
Geleneksel Türk halk tiyatrosunun önemli seyirliklerinden olan orta oyununun başlıcaları şunlardır: Mahalle Baskını, Terzi Oyunu, Yazıcı Oyunu, Büyücü Hoca. Fotoğrafçı, Hamam, Tahir ile Zühre, Kale Oyunu, Pazarcılar, Çeşme, Gözlemeci. Çifte Hamamlar, Kunduracı, Eskici Abdi.
edebiyat konu anlatımı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
edebiyat konu anlatımı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
1 Haziran 2008 Pazar
meddah
Meddah
Hikâye anlatma şeklinde icra edilen meddahlık bir taklit sanatıdır. Perdesi, sahnesi, dekoru, kostümü tek bir sanatkârın eseri olan bir temaşa, yani gösteri türüdür. Meddah Eskiden Türkiye'de kahveler ve salonlarda halka hikayeler söyleyen, olayları olmuş ya da oluyormuş gibi canlandırarak anlatan sanatkarlara verilen ad. Sahnesi ve kişileri olmadan yapılan bu anlatımlar çoklukla el hareketleri ve şive taklitlerine dayanırdı.
Meddah bir sandalyeye oturarak dinleyicilerine hikâyeler anlatır. Meddahın anlatısını, günlük yaşamdaki olaylar, masallar, destanlar, öyküler ve efsaneler oluşturur.
Meddahın aksesuarları bir mendil ile bir sopa-bastondan ibarettir. Genellikle güldürücü, ahlakî ve edebî sonuç çıkarılacak hikâyelerine klişeleşmiş "r'vıy'n-ı ahbar ve n'kıl'n-ı 'sar ve muhaddis'n-ı rüzigar şöyle rivayet ederler ki" şeklindeki sözbaşı ile başlar, daha sonra kahramanları sayıp hikâyesini anlatır. Meddah hikâyenin kahramanlarını kendi yöresinin dili ve şiveleriyle konuşturan insandır. Meddah çok oyunculu bir tiyatro eserinin tek sanatçısı, oyuncusu konumundadır. Okumanın gelişmediği, dinlemenin rağbet gördüğü zamanlarda Osmanlı Sarayı'nda, şehirlerde, kasabalarda, Ramazan gecelerinde, sünnet düğünlerinde, kahvehanelerde bu sanatı sürdürürdü. Bu sanatın günümüzdeki uzantısı stand-up şovmenleridir.
Hikâye anlatma şeklinde icra edilen meddahlık bir taklit sanatıdır. Perdesi, sahnesi, dekoru, kostümü tek bir sanatkârın eseri olan bir temaşa, yani gösteri türüdür. Meddah Eskiden Türkiye'de kahveler ve salonlarda halka hikayeler söyleyen, olayları olmuş ya da oluyormuş gibi canlandırarak anlatan sanatkarlara verilen ad. Sahnesi ve kişileri olmadan yapılan bu anlatımlar çoklukla el hareketleri ve şive taklitlerine dayanırdı.
Meddah bir sandalyeye oturarak dinleyicilerine hikâyeler anlatır. Meddahın anlatısını, günlük yaşamdaki olaylar, masallar, destanlar, öyküler ve efsaneler oluşturur.
Meddahın aksesuarları bir mendil ile bir sopa-bastondan ibarettir. Genellikle güldürücü, ahlakî ve edebî sonuç çıkarılacak hikâyelerine klişeleşmiş "r'vıy'n-ı ahbar ve n'kıl'n-ı 'sar ve muhaddis'n-ı rüzigar şöyle rivayet ederler ki" şeklindeki sözbaşı ile başlar, daha sonra kahramanları sayıp hikâyesini anlatır. Meddah hikâyenin kahramanlarını kendi yöresinin dili ve şiveleriyle konuşturan insandır. Meddah çok oyunculu bir tiyatro eserinin tek sanatçısı, oyuncusu konumundadır. Okumanın gelişmediği, dinlemenin rağbet gördüğü zamanlarda Osmanlı Sarayı'nda, şehirlerde, kasabalarda, Ramazan gecelerinde, sünnet düğünlerinde, kahvehanelerde bu sanatı sürdürürdü. Bu sanatın günümüzdeki uzantısı stand-up şovmenleridir.
Karagöz Oyun Tiplemeleri
Karagöz Oyun Tiplemeleri
Karagöz
Oyuna adını veren esas tiptir. Hacivat'la birlikte oyunun iki temel kişisinden biridir. Cahil cesareti diyebileceğimiz bir cesarete ve gözüpekliğe sahiptir. Bu yüzden tekin olmayan kişilerle başı sık sık derde girer. Sürekli Hacivat'ın yardımını görür. Okumamış ama zeki ve hazircevaptır. Hacivat'la söylediklerini yanlış anlıyormuş gibi eğlenir. Sözlerine farklı ifadeler yükler. Genelde işsizdir, boş gezer. Hacivat'in bulduğu işlerde çalışır. Değişik oyunlarda değişik kıyafetler içinde görülebilir. Kadın Karagöz, Gelin Karagöz, Eşek Karagöz, Çıplak Karagöz, Süpürgeli Karagöz, Bekçi Karagöz, Çingene Karagöz, Tulumlu Karagöz, Davullu Karagöz gibi çeşitleri vardır. Oyun içinde rol gereği kiyafet değiştirse de, oyun sonuna daima kırmızının hâkim olduğu bilindik görüntüsü ile çıkar.
Hacivat
Medrese eğitimi görmüş, Arapça ve Farsça tamlamalarla, kelimelerle konuşan, her konuda bilgi sahibi olan biridir. Karagöz'le sürekli bir didişme içindedir. Ders verir tavrı, bilgiçliğe döner. Bazen bu çok bilmiş tavırları başlarını derde sokar. Yine de çeşitli badireler onun sayesinde atlatılır. Kiyafetine yeşil renk hâkimdir. Karagöz gibi değişik tasvirleri vardır. Kadın Hacivat, Keçi Hacivat, Çıplak Hacivat, Kâhya Hacivat.
Diğer Kişiler
Zenneler, Çelebiler, Tiryaki, Beberuhi, Tuzsuz Deli Bekir, Külhanbeyi, Zeybek, Efe, Acem, Arnavut, Arap, Rumelili, Kastamonulu, Laz, Kayserili, Yahudi, Haham, Ermeni, Rum, Frenk, Cinler, Cazular, Karagöz'ün oğlu, Hacivat'ın oğlu, vb. Halk hikayelerinden alınan oyunlarda değişik tipler perdeye gelir: Âşık Hasan, Muşlu, Tahir, Zühre, Ferhat, Şirin, Canan, Ahu, Leyla, Mecnun vb.
Karagöz
Oyuna adını veren esas tiptir. Hacivat'la birlikte oyunun iki temel kişisinden biridir. Cahil cesareti diyebileceğimiz bir cesarete ve gözüpekliğe sahiptir. Bu yüzden tekin olmayan kişilerle başı sık sık derde girer. Sürekli Hacivat'ın yardımını görür. Okumamış ama zeki ve hazircevaptır. Hacivat'la söylediklerini yanlış anlıyormuş gibi eğlenir. Sözlerine farklı ifadeler yükler. Genelde işsizdir, boş gezer. Hacivat'in bulduğu işlerde çalışır. Değişik oyunlarda değişik kıyafetler içinde görülebilir. Kadın Karagöz, Gelin Karagöz, Eşek Karagöz, Çıplak Karagöz, Süpürgeli Karagöz, Bekçi Karagöz, Çingene Karagöz, Tulumlu Karagöz, Davullu Karagöz gibi çeşitleri vardır. Oyun içinde rol gereği kiyafet değiştirse de, oyun sonuna daima kırmızının hâkim olduğu bilindik görüntüsü ile çıkar.
Hacivat
Medrese eğitimi görmüş, Arapça ve Farsça tamlamalarla, kelimelerle konuşan, her konuda bilgi sahibi olan biridir. Karagöz'le sürekli bir didişme içindedir. Ders verir tavrı, bilgiçliğe döner. Bazen bu çok bilmiş tavırları başlarını derde sokar. Yine de çeşitli badireler onun sayesinde atlatılır. Kiyafetine yeşil renk hâkimdir. Karagöz gibi değişik tasvirleri vardır. Kadın Hacivat, Keçi Hacivat, Çıplak Hacivat, Kâhya Hacivat.
Diğer Kişiler
Zenneler, Çelebiler, Tiryaki, Beberuhi, Tuzsuz Deli Bekir, Külhanbeyi, Zeybek, Efe, Acem, Arnavut, Arap, Rumelili, Kastamonulu, Laz, Kayserili, Yahudi, Haham, Ermeni, Rum, Frenk, Cinler, Cazular, Karagöz'ün oğlu, Hacivat'ın oğlu, vb. Halk hikayelerinden alınan oyunlarda değişik tipler perdeye gelir: Âşık Hasan, Muşlu, Tahir, Zühre, Ferhat, Şirin, Canan, Ahu, Leyla, Mecnun vb.
karagöz ve hacivat oyununun bölümleri
Karagöz Oyun Bölümleri
Mukaddime
Oyundan önce perdenin ortasına konan göstermelik, nâreke (kamıştan yapılmış bir çeşit düdük) zırıltısı ve tef velvelesi ile kaldırılır. Göstermelik oyun hakkında fikir veren bir tasvir olabileceği gibi oyun ile âlakasız bir tasvir de olabilir. Daha sonra seyirciye göre sol taraftan Hacıvat semai formunda bir şarkı söyleyerek gelir, şarkısını bitirdikten sonra perde gazelini okur.
Perde Gazeli: Perdeden Göstermelik na’reke vızıltısı ve def velvelesi eşliğinde kaldırıldıktan sonra Hacıvat tarafından söylenen uyaklı manzum şiirlerdir. Hayali perde gazeline başlamadan “Oof Hay Hak!” diye yaratana seslenir. Oyunların tasavvufî yönlerinin ağırlıklı olarak vurgulandığı perde gazellerinde, yaratanın varlığı ve birliği övülürken insanın aciz bir kul olduğunun altı çizilir. Karagöz’ün ibret perdesi olduğu ve gösterinin bir ders niteliğinde olduğu belirtilir.
En bilinen perde gazeli;
Nakş-ı sun’un remz ider hüsnünde rüyet perdesi
Hace-i hükmü ezeldendir hakikat perdesi
Sîreti sûrette mümkündür temaşa eylemek
Hâil olmaz ayn-ı irfâna basiret perdesi
Her neye im’an ile baksan olur iş âşikâr
Kılmış istilâ cihanı hab-ı gaflet perdesi
Bu hayâl-i âlemi gözden geçirmektir hüner
Nice Karagözleri mahvetti bu sûret perdesi
Şem-i aşkın yandırıp tasviri cismindir geçen
Âdemi amed şüt etmekte azimet perdesi
Hangi zılla iltica etsen fena bulmaz acep
Oynatan üstadı gör kurmuş muhabbet perdesi
Dergah-ı Âl-i Abâ’da müstakim ol Kemterî
Gösterir vahdet elin kalktıkça kesret perdesi.
Bu gazel 1312 (H.) senesinde Üsküdar’da ölen Kemteri mahlasını alan Raşit Ali Efendi’nindir. Karagöze izafe edilen ve Bursa’da Çekirge yolundaki mezar taşına 1310 (H.) yılında yazılmıştır. Bu ve bunun gibi değişik perde gazellerinin okunmasıyla oyun açılmış olur. Perde gazeli bitimiyle Hacıvat seyirciyi selamlar ve Karagöz’ü çağırmak için teganniye başlar. Karagöz bağırmamasını söylese de Hacıvat bağırmaya devam eder. Bunun üzerine Karagöz aşağıya atlayıp, Hacıvat’la alt alta, üst üste kavga ederler. Hacıvat kaçar, Karagöz sırt üstü yerde yatarken anlamsız sözlerden oluşan tekerlemesini söyler.
Karagöz Hacıvat’a kızıp söylenirken, “Bir daha gel bak ben sana neler yaparım” der. Hacıvat tekrar perdeye gelir ve Mukaddime biter, Muhavere (söyleşi – atışma) başlar.
Muhavere
Kelime anlamı karşılıklı konuşma olan muhavere, Karagöz ve Hacıvat’ın tüm özelliklerini bünyesinde barındıran bir bölümdür. Yanlış anlamalara dayalı, kelimelerin ses oyunlarıyla farklı anlamlarda kullanılmaları, ikilinin eğitim öğretim durumları ve kişilik özellikleri bu bölümde iyice belirginleşir. Eski oyunlardan günümüze ulaşan muhavereler asıl oyunun konusuyla ilgili değildir. Yeni yazılan muhavareler ise oyunla ilgili olabiliyor. Bu bölüm Karagöz’ün yabancı sözcükler kullanarak konuşan Hacıvat’ı yanlış anlaması ya da yanlış anlar görünmesi üzerine kuruludur. Böylece muhavere, ortaya türlü cinaslar ve nükteler çıkmasıyla sürer gider. Muhavereler her konuya açıktır, önceden bilinen bir muhaverenin içine günlük olaylar sokulabileceği gibi, günlük olayları şakacı bir dille eleştiren doğaçlama muhaverelerde olabilir. Bu Karagöz oynatan ustanın maharetine ve kültürüne bağlıdır. Evliya Çelebi’nin çok övdüğü Hayâlî Kör Hasanzade Mehmet Çelebi’nin akşamdan sabaha dek değişik taklitler yapıp herkesi hayretler içinde bıraktığı, 18. yüzyıl sonlarında yetişen Kasımpaşalı Hafız’ın da gece sabaha kadar sadece Hacıvat ile Karagöz’ü oynatıp konuşturduğu, dinleyenlerin çatlamak derecesine geldiği ve vaktin nasıl geçtiğini fark etmedikleri biliniyor. 18. yüzyıl sonlarında yetişen hayal küpü Emin Ağa’nın bir söylediği muhavereyi bir daha söylemez diye şöhreti vardır.
Muhavere bölümü Hacıvat’ın Karagöz’den dayak yiyip kaçması, yalnız kalan Karagöz’ün “Sen gidersin de ben dururmuyum. Ben de giderim evime bakalım ayine-i devran ne suretler gösterir” diyerek çıkması ile sona erer.
Fasıl (Asıl Oyun)
Bu bölümde baştan sona bir oyun oynanır. Oyunlara ad olan olay örgüsü fasıl bölümünde geçer. Akışa göre kendi kılık ve şiveleri ile çeşitli tipler perdeye gelip giderler. Gelen her tip kendi müziği eşliğinde şarkısını söyler.
Bitiş
Fasıl bölümü sona erdikten sonra Karagöz ile Hacıvat perdeye gelirler. Karagöz Hacıvat’ı tekrar döver, bunun üzerine Hacıvat “Yıktın perdeyi eyledin viran, varayım sahibine haber vereyim heman” der ve seyirciyi selamlayarak çıkar. Karagöz’de “Her ne kadar sürç-i lisan ettikse affola! Hacıvat bir dahaki oyunda yakan elime bir geçer bak neler ederim sana neler” der ve seyirciyi selamlayarak çıkar. Perde arkasındaki ışığın sönmesiyle oyun sona erer.
Mukaddime
Oyundan önce perdenin ortasına konan göstermelik, nâreke (kamıştan yapılmış bir çeşit düdük) zırıltısı ve tef velvelesi ile kaldırılır. Göstermelik oyun hakkında fikir veren bir tasvir olabileceği gibi oyun ile âlakasız bir tasvir de olabilir. Daha sonra seyirciye göre sol taraftan Hacıvat semai formunda bir şarkı söyleyerek gelir, şarkısını bitirdikten sonra perde gazelini okur.
Perde Gazeli: Perdeden Göstermelik na’reke vızıltısı ve def velvelesi eşliğinde kaldırıldıktan sonra Hacıvat tarafından söylenen uyaklı manzum şiirlerdir. Hayali perde gazeline başlamadan “Oof Hay Hak!” diye yaratana seslenir. Oyunların tasavvufî yönlerinin ağırlıklı olarak vurgulandığı perde gazellerinde, yaratanın varlığı ve birliği övülürken insanın aciz bir kul olduğunun altı çizilir. Karagöz’ün ibret perdesi olduğu ve gösterinin bir ders niteliğinde olduğu belirtilir.
En bilinen perde gazeli;
Nakş-ı sun’un remz ider hüsnünde rüyet perdesi
Hace-i hükmü ezeldendir hakikat perdesi
Sîreti sûrette mümkündür temaşa eylemek
Hâil olmaz ayn-ı irfâna basiret perdesi
Her neye im’an ile baksan olur iş âşikâr
Kılmış istilâ cihanı hab-ı gaflet perdesi
Bu hayâl-i âlemi gözden geçirmektir hüner
Nice Karagözleri mahvetti bu sûret perdesi
Şem-i aşkın yandırıp tasviri cismindir geçen
Âdemi amed şüt etmekte azimet perdesi
Hangi zılla iltica etsen fena bulmaz acep
Oynatan üstadı gör kurmuş muhabbet perdesi
Dergah-ı Âl-i Abâ’da müstakim ol Kemterî
Gösterir vahdet elin kalktıkça kesret perdesi.
Bu gazel 1312 (H.) senesinde Üsküdar’da ölen Kemteri mahlasını alan Raşit Ali Efendi’nindir. Karagöze izafe edilen ve Bursa’da Çekirge yolundaki mezar taşına 1310 (H.) yılında yazılmıştır. Bu ve bunun gibi değişik perde gazellerinin okunmasıyla oyun açılmış olur. Perde gazeli bitimiyle Hacıvat seyirciyi selamlar ve Karagöz’ü çağırmak için teganniye başlar. Karagöz bağırmamasını söylese de Hacıvat bağırmaya devam eder. Bunun üzerine Karagöz aşağıya atlayıp, Hacıvat’la alt alta, üst üste kavga ederler. Hacıvat kaçar, Karagöz sırt üstü yerde yatarken anlamsız sözlerden oluşan tekerlemesini söyler.
Karagöz Hacıvat’a kızıp söylenirken, “Bir daha gel bak ben sana neler yaparım” der. Hacıvat tekrar perdeye gelir ve Mukaddime biter, Muhavere (söyleşi – atışma) başlar.
Muhavere
Kelime anlamı karşılıklı konuşma olan muhavere, Karagöz ve Hacıvat’ın tüm özelliklerini bünyesinde barındıran bir bölümdür. Yanlış anlamalara dayalı, kelimelerin ses oyunlarıyla farklı anlamlarda kullanılmaları, ikilinin eğitim öğretim durumları ve kişilik özellikleri bu bölümde iyice belirginleşir. Eski oyunlardan günümüze ulaşan muhavereler asıl oyunun konusuyla ilgili değildir. Yeni yazılan muhavareler ise oyunla ilgili olabiliyor. Bu bölüm Karagöz’ün yabancı sözcükler kullanarak konuşan Hacıvat’ı yanlış anlaması ya da yanlış anlar görünmesi üzerine kuruludur. Böylece muhavere, ortaya türlü cinaslar ve nükteler çıkmasıyla sürer gider. Muhavereler her konuya açıktır, önceden bilinen bir muhaverenin içine günlük olaylar sokulabileceği gibi, günlük olayları şakacı bir dille eleştiren doğaçlama muhaverelerde olabilir. Bu Karagöz oynatan ustanın maharetine ve kültürüne bağlıdır. Evliya Çelebi’nin çok övdüğü Hayâlî Kör Hasanzade Mehmet Çelebi’nin akşamdan sabaha dek değişik taklitler yapıp herkesi hayretler içinde bıraktığı, 18. yüzyıl sonlarında yetişen Kasımpaşalı Hafız’ın da gece sabaha kadar sadece Hacıvat ile Karagöz’ü oynatıp konuşturduğu, dinleyenlerin çatlamak derecesine geldiği ve vaktin nasıl geçtiğini fark etmedikleri biliniyor. 18. yüzyıl sonlarında yetişen hayal küpü Emin Ağa’nın bir söylediği muhavereyi bir daha söylemez diye şöhreti vardır.
Muhavere bölümü Hacıvat’ın Karagöz’den dayak yiyip kaçması, yalnız kalan Karagöz’ün “Sen gidersin de ben dururmuyum. Ben de giderim evime bakalım ayine-i devran ne suretler gösterir” diyerek çıkması ile sona erer.
Fasıl (Asıl Oyun)
Bu bölümde baştan sona bir oyun oynanır. Oyunlara ad olan olay örgüsü fasıl bölümünde geçer. Akışa göre kendi kılık ve şiveleri ile çeşitli tipler perdeye gelip giderler. Gelen her tip kendi müziği eşliğinde şarkısını söyler.
Bitiş
Fasıl bölümü sona erdikten sonra Karagöz ile Hacıvat perdeye gelirler. Karagöz Hacıvat’ı tekrar döver, bunun üzerine Hacıvat “Yıktın perdeyi eyledin viran, varayım sahibine haber vereyim heman” der ve seyirciyi selamlayarak çıkar. Karagöz’de “Her ne kadar sürç-i lisan ettikse affola! Hacıvat bir dahaki oyunda yakan elime bir geçer bak neler ederim sana neler” der ve seyirciyi selamlayarak çıkar. Perde arkasındaki ışığın sönmesiyle oyun sona erer.
28 Mayıs 2008 Çarşamba
edebiyat dersi halk edebiyatı(aşık edebiyatı)
1.İslamiyetten önceki edebiyatımızın İslam uygarlığı içindeki biçimidir. Bir anlamda sözlü edebiyat dönemimizin gelişmiş biçimi olarak düşünebiliriz.
2.Halk edebiyatı ürünleri yazılı değildir. Müzik eşliğinde sözlü olarak oluşur.
3.Divan edebiyatında olduğu gibi şiir yine egemen türdür.
4.Şiirlerde başlık yoktur, biçimiyle adlandırılır.
5.Nazım birimi dörtlüktür.
6.Ölçü, hece ölçüsüdür, En çok yedili, sekizli, onbirli kalıplar kullanılmıştır.
7.Şiirlere genel olarak yarım uyak hakimdir.
8.Dil halkın konuştuğu günlük konuşma dilidir.
9.Halk edebiyatı gözleme dayalıdır. Benzetmeler somut kavramlardan yararlanılarak yapılır. Söyledikleri her şey gerçek yaşamdan alınmadır.
Özellikle 18. yüzyıldan itibaren halk şiarleri, divan şairlerinden etkilenerek aruzun belirli kalıplarıyla şiirler yazmayı denemişlerdir. Hatta divan şiirinin mazmunlarını da kullanmışlardır. Bu durumun ortaya çıkmasında halk şairlerinin, aydınlar ve divan şairlerince hor görülmelerinin, değersiz ve güçsüz sayılmalarının etkisi de vardır.
Halk şiirinde “mâni” ve “koşma” tipi olarak iki ana biçim vardır. Aslında az sayıda olan öteki biçimler bu iki ana biçimden çıkmıştır.
Dizelerin kümelenişi, dizelerin hece sayısı ve uyak düzeni bakımından özellik gösterenler “biçim”, biçimi ne olursa olsun konu bakımından benzerlerinden ayrılanlar da tür adı altında toplanmıştır.
I. Anonim Halk Şiiri Nazım Biçimleri:
MÂNİ: Halk şiirinde en küçük nazım biçimidir. Yedi heceli dört dizeden oluşur. Uyak düzeni aaxa şeklindedir. Birinci ve üçüncü dizeleri serbest, ikinci ve dördüncü dizeleri uyaklı mâniler de vardır (xaxa).
Mânilerin ilk iki dizesi uyağı doldurmak ya da temel düşünceye bir giriş yapmak için söylenir. Temel duygu ve düşünce son dizede ortaya çıkar. Başlıca konusu aşk olmakla birlikte bunun dışında türlü konularda da yazılabilir.
Birinci dizesi yedi heceden az olan mâniler de vardır. Dizeleri cinaslı uyaklarla kurulduğu için böyle mânilere “Cinaslı Mâni” ya da “Kesik Mâni” denir.
TÜRKÜ: Türlü ezgilerle söylenen anonim halk şiiri nazım biçimidir. Söyleyeni belli türküler de vardır. Halk edebiyatının en zengin alanıdır. Anadolu halkı bütün acılarını ve sevinçlerini türkülerle dile getirmiştir
Türkü iki ölümden oluşur. Birinci bölüm asıl sözlerin bulunduğu bölümdür ki buna “bent” adı verilir.
İkinci bölüm ise bentlerin sonunda yinelenen nakarattır. Bu bölüme “bağlama” ya da “kavuştak” denir.
Türküler, genellikle yedili, sekizli, onbirli hece kalıplarıyla yazılmıştır. Konuları çok değişik olabilir. Ninniler de bu gruptandır.
II. Âşık Edebiyatı Nazım Biçimleri:
KOŞMA: Halk edebiyatında en çok kullanılan biçimdir. Genellikle hece ölçüsünün onbirli (6+5 ya da 4+4+3) kalıbıyla yazılır. Dörtlük sayısı üç ile beş arasında değişir. Şair koşmanın son dörtlüğünde adını ya da mahlasını söyler. Uyak düzeni genellikle şöyle olur:
DESTAN:
Dört dizeli bentlerden oluşan, oldukça uzun bir nazım biçimidir. Kimi destanlarda dörtlük sayısı yüzden fazladır. Genellikle hece ölçüsünün onbirli kalıbıyla yazılır. Uyak düzeni koşma gibidir.
baba – ccca – ddda
Destanın son dörtlüğünde şair mahlasını söyler.
Konuları bakımından destanları savaş, yangın, deprem, salgın hastalık, ünlü kişilerin yaşamları, mizahi….gibi gruplanadırabiliriz.
baba – ccca – ddda…
SEMÂİ: Hece ölçüsünün sekizli kalıbıyla yazılır (4+4 duraklı ya da duraksız). Dörtlük sayısı üç ile beş arasında değişir. Semâilerin kendine özgü bir ezgisi vardır ve bu ezgiyle okunur. Uyak düzeni koşma gibidir.
VARSAĞI: Güney Anadolu bölgesinde yaşayan Varsak Türklerinin özel bir ezgiyle söyledikleri türkülerden gelişmiş bir biçimdir. Dörtlük sayısı ve uyak düzeni “Semâi” gibidir. Varsağılar yiğitçe, mertçe bir üslupla söylenir. Bu da dörtlüklerin içindeki “bre” “hey” “behey” gibi ünlemlerle sağlanır. Halk edebiyatında en çok varsağı söylemiş şair Karacaoğlan’dır.
TÜRKÜ: Hece ölçüsünün türlü kalıplarıyla söylenen ezgili, anonim şiirlerdir. Bazen de kime ait olduğu bilinen şiirler, türkü formlarıyla söylenir. Türkülerde genellikle iki bölüm bulunur. Birincisi, şiirin iskeletini oluşturan “asıl bölüm” ; ikincisi “kavuştak”tır. Kavuştaklar, asıl bölümlerin arasına gelerek onları birbirine bağlar.
ÂŞIK EDEBİYATI NAZIM TÜRLERİ
Âşık edebiaytı nazım türleri genellikle koşma ve semâi biçimiyle yazılır. Bu türler koşma ve semâilerden konuları bakımından ayrılır
GÜZELLEME: Doğa güzelliklerini anlatmak ya da kadın, at gibi sevilen varlıkları övmek için yazılan şiirlerdir.
TAŞLAMA: Bir kimseyi yermek ya da toplumun bozuk yönlerini eleştirmek amacıyla yazılan şiirlerdir.
KOÇAKLAMA: Coşkun ve yiğitçe bir üslupla savaş ve dövüşleri anlatan şiirlerdir.
AĞIT: Bir kimsenin ölümü üzerine duyulan acıları anlatmak amacıyla söylenen şiirlerdir (Anonim halk şiiri ürünü olan ağıtlar da vardır).
MUAMMA: Kapalı bir biçimde anlatılan bir olayın ya da bilginin okuyucu tarafından anlaşılmasını, bunlarla ilgili soruların cevaplandırılmasını isteyen bir tür
manzum bilmecedir.
NASİHAT: Bir şey öğretmek,bir düşüncenin yayılmasına çalışmak gibi amaçlarla söylenen didaktik şiirlerdir.
NOT: “Destan, ilahi, nefes ve deme”, hem birer nazım biçimi, hem de tür olarak değerlendirilir.
2.Halk edebiyatı ürünleri yazılı değildir. Müzik eşliğinde sözlü olarak oluşur.
3.Divan edebiyatında olduğu gibi şiir yine egemen türdür.
4.Şiirlerde başlık yoktur, biçimiyle adlandırılır.
5.Nazım birimi dörtlüktür.
6.Ölçü, hece ölçüsüdür, En çok yedili, sekizli, onbirli kalıplar kullanılmıştır.
7.Şiirlere genel olarak yarım uyak hakimdir.
8.Dil halkın konuştuğu günlük konuşma dilidir.
9.Halk edebiyatı gözleme dayalıdır. Benzetmeler somut kavramlardan yararlanılarak yapılır. Söyledikleri her şey gerçek yaşamdan alınmadır.
Özellikle 18. yüzyıldan itibaren halk şiarleri, divan şairlerinden etkilenerek aruzun belirli kalıplarıyla şiirler yazmayı denemişlerdir. Hatta divan şiirinin mazmunlarını da kullanmışlardır. Bu durumun ortaya çıkmasında halk şairlerinin, aydınlar ve divan şairlerince hor görülmelerinin, değersiz ve güçsüz sayılmalarının etkisi de vardır.
Halk şiirinde “mâni” ve “koşma” tipi olarak iki ana biçim vardır. Aslında az sayıda olan öteki biçimler bu iki ana biçimden çıkmıştır.
Dizelerin kümelenişi, dizelerin hece sayısı ve uyak düzeni bakımından özellik gösterenler “biçim”, biçimi ne olursa olsun konu bakımından benzerlerinden ayrılanlar da tür adı altında toplanmıştır.
I. Anonim Halk Şiiri Nazım Biçimleri:
MÂNİ: Halk şiirinde en küçük nazım biçimidir. Yedi heceli dört dizeden oluşur. Uyak düzeni aaxa şeklindedir. Birinci ve üçüncü dizeleri serbest, ikinci ve dördüncü dizeleri uyaklı mâniler de vardır (xaxa).
Mânilerin ilk iki dizesi uyağı doldurmak ya da temel düşünceye bir giriş yapmak için söylenir. Temel duygu ve düşünce son dizede ortaya çıkar. Başlıca konusu aşk olmakla birlikte bunun dışında türlü konularda da yazılabilir.
Birinci dizesi yedi heceden az olan mâniler de vardır. Dizeleri cinaslı uyaklarla kurulduğu için böyle mânilere “Cinaslı Mâni” ya da “Kesik Mâni” denir.
TÜRKÜ: Türlü ezgilerle söylenen anonim halk şiiri nazım biçimidir. Söyleyeni belli türküler de vardır. Halk edebiyatının en zengin alanıdır. Anadolu halkı bütün acılarını ve sevinçlerini türkülerle dile getirmiştir
Türkü iki ölümden oluşur. Birinci bölüm asıl sözlerin bulunduğu bölümdür ki buna “bent” adı verilir.
İkinci bölüm ise bentlerin sonunda yinelenen nakarattır. Bu bölüme “bağlama” ya da “kavuştak” denir.
Türküler, genellikle yedili, sekizli, onbirli hece kalıplarıyla yazılmıştır. Konuları çok değişik olabilir. Ninniler de bu gruptandır.
II. Âşık Edebiyatı Nazım Biçimleri:
KOŞMA: Halk edebiyatında en çok kullanılan biçimdir. Genellikle hece ölçüsünün onbirli (6+5 ya da 4+4+3) kalıbıyla yazılır. Dörtlük sayısı üç ile beş arasında değişir. Şair koşmanın son dörtlüğünde adını ya da mahlasını söyler. Uyak düzeni genellikle şöyle olur:
DESTAN:
Dört dizeli bentlerden oluşan, oldukça uzun bir nazım biçimidir. Kimi destanlarda dörtlük sayısı yüzden fazladır. Genellikle hece ölçüsünün onbirli kalıbıyla yazılır. Uyak düzeni koşma gibidir.
baba – ccca – ddda
Destanın son dörtlüğünde şair mahlasını söyler.
Konuları bakımından destanları savaş, yangın, deprem, salgın hastalık, ünlü kişilerin yaşamları, mizahi….gibi gruplanadırabiliriz.
baba – ccca – ddda…
SEMÂİ: Hece ölçüsünün sekizli kalıbıyla yazılır (4+4 duraklı ya da duraksız). Dörtlük sayısı üç ile beş arasında değişir. Semâilerin kendine özgü bir ezgisi vardır ve bu ezgiyle okunur. Uyak düzeni koşma gibidir.
VARSAĞI: Güney Anadolu bölgesinde yaşayan Varsak Türklerinin özel bir ezgiyle söyledikleri türkülerden gelişmiş bir biçimdir. Dörtlük sayısı ve uyak düzeni “Semâi” gibidir. Varsağılar yiğitçe, mertçe bir üslupla söylenir. Bu da dörtlüklerin içindeki “bre” “hey” “behey” gibi ünlemlerle sağlanır. Halk edebiyatında en çok varsağı söylemiş şair Karacaoğlan’dır.
TÜRKÜ: Hece ölçüsünün türlü kalıplarıyla söylenen ezgili, anonim şiirlerdir. Bazen de kime ait olduğu bilinen şiirler, türkü formlarıyla söylenir. Türkülerde genellikle iki bölüm bulunur. Birincisi, şiirin iskeletini oluşturan “asıl bölüm” ; ikincisi “kavuştak”tır. Kavuştaklar, asıl bölümlerin arasına gelerek onları birbirine bağlar.
ÂŞIK EDEBİYATI NAZIM TÜRLERİ
Âşık edebiaytı nazım türleri genellikle koşma ve semâi biçimiyle yazılır. Bu türler koşma ve semâilerden konuları bakımından ayrılır
GÜZELLEME: Doğa güzelliklerini anlatmak ya da kadın, at gibi sevilen varlıkları övmek için yazılan şiirlerdir.
TAŞLAMA: Bir kimseyi yermek ya da toplumun bozuk yönlerini eleştirmek amacıyla yazılan şiirlerdir.
KOÇAKLAMA: Coşkun ve yiğitçe bir üslupla savaş ve dövüşleri anlatan şiirlerdir.
AĞIT: Bir kimsenin ölümü üzerine duyulan acıları anlatmak amacıyla söylenen şiirlerdir (Anonim halk şiiri ürünü olan ağıtlar da vardır).
MUAMMA: Kapalı bir biçimde anlatılan bir olayın ya da bilginin okuyucu tarafından anlaşılmasını, bunlarla ilgili soruların cevaplandırılmasını isteyen bir tür
manzum bilmecedir.
NASİHAT: Bir şey öğretmek,bir düşüncenin yayılmasına çalışmak gibi amaçlarla söylenen didaktik şiirlerdir.
NOT: “Destan, ilahi, nefes ve deme”, hem birer nazım biçimi, hem de tür olarak değerlendirilir.
edebiyat dersi söz sanatları
TEŞBİH(BENZETME)
Sözü daha etkili duruma getirmek için aralarında ilgi bulunan iki unsurdan güçsüzü olanı güçlü olana benzetmektir.
Benzetmede dört unsur bulunur:
a)Benzenen b)Benzetilen c)Benzetme Yönü d)Benzetme Edatı
Bu öğelerin kullanılıp kullanılmaması açısından da üç çeşit benzetme vardır:
Çocuk tilki gibi kurnaz biriydi.
Minik yavrucak elma gibi kıpkırmızı yanaklarıyla gülücükler saçıyordu.
Bizim de kalbimizi kımıldatır yerinden
Toprağa diz vuruşu dağ gibi zeybeğin
Binalar kale gibi olduğundan içeri
B.tilen B.nen B.E
girilemiyordu.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
B.tilen B.yen
Karısına yıllarca cehennem hayatı yaşattı.
B.tilen B.yen
Muavin,yolculara: Pamuk eller cebe!
B.tilen B.yen
diye bağrıyordu.
2) İSTİARE(EĞRETİLEME)
Benzetmenin asıl unsuru olan benzeyen ve benzetilenden yalnızca biri kullanılarak yapılır.
a.)Açık İstiare:Benzeyenin bulunmayıp yalnızca benzetilenle yapılan istiaredir.
b.)Kapalı İstiare:Benzetilenin bulunmayıp yalnızca benzeyenle yapılan istiaredir.
Bir hilal uğruna ya rab ne güneşler batıyor. (A.İ)
Ay,altın ağaçlardan yere damlıyordu.(K.İ)
Açtım avucumu altına tuttum.
Ülkemizde üniversiteden mezun olmuş pek çok fidan artık iş de bulamıyor.(A.İ)
Bahar gelince bir ağızdan şarkılar söyler kuşlar.(K.İ)
Bugün gökten inciler yağıyordu.(A.İ)
Galatasaray,Fenerbahçe kalesine gol yağdırdı.(K.İ)
Genç adamın sözleri,kızın yüreğini yakıyordu.(K.İ)
Sanat,hür bir ortamda boy atar.(K.İ)
Beşikte yatan kuzuya.(A.İ)
3) KİNAYE
Bir sözü hem gerçek hem de mecaz anlamda kullanmaktır.
Uyarı:Kinayede daha çok mecaz anlam kastedilir.
Mum dibine ışık vermez.
Hamama giren terler.
Taşıma su ile değirmen dönmez.
Yuvarlanan taş yosun tutmaz.
Ateş düştüğü yeri yakar.
4) MECAZ-I MÜRSEL(AD AKTARMASI)
Benzetme amaç güdülmeden bir sözün ilgili olduğu başka bir söz yerine kullanılmasıdır.
İşe alınman için dün şirketle görüştüm.(İnsan)
Yarın sınıfı 9/H sınıfı yapacak.(Öğrenci)
Toplantıya Milliyet gazetesinin güçlü kalemleri de geldi.(Yazar)
Nihatın golüyle tüm stat ayağa kalktı.(Seyirci)
O evine çok bağlı bir insandır.(Ailesi)
Bu olay üzerine bütün köy ayaklandı.(Halk)
İstanbulâ??dan kalkan uçak az önce Adanaâ??ya indi.(Havaalanı)
5)TEŞHİS(KİŞİLEŞTİRME)
İnsan dışındaki canlı cansız varlıklara insan özelliği kazandırmaktır.
Her teşhiste aynı zamanda kapalı istiare vardır.
Güzel gitti diye pınar ağladı.
Menekşeler külahını kaldırır.
Bir sarmaşık uyanıyordu uykusunda
Geriniyordu bir eski duvarın sıvasında.
Toros dağlarının üstüne,
Ay un eledi bütün gece.
O çay ağır akar,yorgun mu bilmem,
Mehtabı hasta mı,solgun mu bilmem.
Aheste çek kürekleri mehtap uyanmasın,
Eskici dükkanında asma saat,
Çelik bir şal atmış omuzlarına.
Yalnızlığın okşadığı kalbime,yağmurlar küskün,
En güzel türküyü bir kurşun söyler.
Geceyi hasretle zaman.
6)İNTAK(KONUŞTURMA)
İnsan dışındaki varlıkları konuşturmaktır.Her intak sanatında teşhis sanatı vardır;ancak her teşhiste intak sanatı yoktur.
Deniz ve Mehtap sordular seni: Neredesin?
Maymun şunu anlatmak istemişti fikrince:
Boşa gitmez kötüye bir ceza verilince.
Dal bir gün dedi ki tomurcuğuna:
İçimde kanayan yara gibisin.
Sen ne için inilersin?
İçim oyuk,derdim büyük
Ben onunçün inilerim
Ben ki toz kanatlı bir kelebeğim,
Minicik gövdeme yüklü Kaf dağı.
Adam elini uzattı,tam onu koparacağı sırada menekşe: Bana dokunma!diye bağırdı.
7)TECAHÜL-İ ARİF
Anlam inceliği oluşturmak için herkesçe bilinen bir gerçeği bilmiyormuş gibi aktarmalıdır.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz.
Sular mı yandı,neden tunca benziyor mermer?
Geç fark ettim taşın sert olduğunu.
Gökyüzünün başka rengi de varmış,
Su insanı boğar,ateş yakarmış.
Şu karşıma göğüs geren,
Taş bağırlı dağlar mısın?
Saçların dalgalı,boya mı sürdün?
Gelmiyorsun artık,bana mı küstün?
İçimde kar donar,buzlar tutuşur,
Yağan ateş midir,kar mıdır bilmem.
8)HÜSN-İ TAâ??LİL
Sebebi bilinen bir olayın meydana gelişini,gerçek sebebinin dışında başka,güzel bir nedene bağlamadır.
Gül bahçesi sevgiliden haber geldiği için
Süslendi ve güzel kokular süründü.
Yoksun diye bahçemde çiçekler açmıyor bak.
Senin o gül yüzünü görmek için
Sana güneş bakmak için doğuyor.
Irmaklar bile ağladı.
Rüzgar gökte bir gezinti,
Üşürüz her akşam vakti,
Ne sıcak vücutlar gitti,
Toprağı ısıtmak için.
Güller kızarır utancından o gonca gül gülünce
Sümbül bükülür kıskancından kakül bükülünce.
Bir an önce görülsün diye Akdeniz,
Toroslarda ağaçlar hep çocuk kalır.
Toros dağlarının üstüne
Ay, un eledi bütün gece.
9) MÜBALAĞA (ABARTMA)
Sözün etkisini güçlendirmek için bir şeyi olduğundan daha çok ya da olduğundan daha az göstermektir.
Manda yuva yapmış söğüt dalına,
Yavrusunu sinek kapmış.
Alem sele gitti gözüm yaşından.
Bir ah çeksem dağı taşı eritir,
Gözüm yaşı değirmeni yürütür.
Bir gün gökyüzüne otursam,
Evlerin tavanlarını birer birer açsam.
Sıladan ayrıyım,gözümde yaşlar,
Sel olup taşacak bir gün derinden.
Sana olan aşkım dağı taşı eritir,
Gözümdeki yaşlardan bir deniz olur.
Ben ki toz kanatlı bir kelebeğim,
Minicik gövdeme yüklü Kaf dağı.
Sekizimiz odun çeker,
Dokuzumuz ateş yakar
Kaz kaldırmış başın bakar
Kırk gün oldu ,kaynatırım kaynamaz.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
Gömelim gel seni tarihe desem,sığmazsın.
Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır.
Sözü daha etkili duruma getirmek için aralarında ilgi bulunan iki unsurdan güçsüzü olanı güçlü olana benzetmektir.
Benzetmede dört unsur bulunur:
a)Benzenen b)Benzetilen c)Benzetme Yönü d)Benzetme Edatı
Bu öğelerin kullanılıp kullanılmaması açısından da üç çeşit benzetme vardır:
Çocuk tilki gibi kurnaz biriydi.
Minik yavrucak elma gibi kıpkırmızı yanaklarıyla gülücükler saçıyordu.
Bizim de kalbimizi kımıldatır yerinden
Toprağa diz vuruşu dağ gibi zeybeğin
Binalar kale gibi olduğundan içeri
B.tilen B.nen B.E
girilemiyordu.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
B.tilen B.yen
Karısına yıllarca cehennem hayatı yaşattı.
B.tilen B.yen
Muavin,yolculara: Pamuk eller cebe!
B.tilen B.yen
diye bağrıyordu.
2) İSTİARE(EĞRETİLEME)
Benzetmenin asıl unsuru olan benzeyen ve benzetilenden yalnızca biri kullanılarak yapılır.
a.)Açık İstiare:Benzeyenin bulunmayıp yalnızca benzetilenle yapılan istiaredir.
b.)Kapalı İstiare:Benzetilenin bulunmayıp yalnızca benzeyenle yapılan istiaredir.
Bir hilal uğruna ya rab ne güneşler batıyor. (A.İ)
Ay,altın ağaçlardan yere damlıyordu.(K.İ)
Açtım avucumu altına tuttum.
Ülkemizde üniversiteden mezun olmuş pek çok fidan artık iş de bulamıyor.(A.İ)
Bahar gelince bir ağızdan şarkılar söyler kuşlar.(K.İ)
Bugün gökten inciler yağıyordu.(A.İ)
Galatasaray,Fenerbahçe kalesine gol yağdırdı.(K.İ)
Genç adamın sözleri,kızın yüreğini yakıyordu.(K.İ)
Sanat,hür bir ortamda boy atar.(K.İ)
Beşikte yatan kuzuya.(A.İ)
3) KİNAYE
Bir sözü hem gerçek hem de mecaz anlamda kullanmaktır.
Uyarı:Kinayede daha çok mecaz anlam kastedilir.
Mum dibine ışık vermez.
Hamama giren terler.
Taşıma su ile değirmen dönmez.
Yuvarlanan taş yosun tutmaz.
Ateş düştüğü yeri yakar.
4) MECAZ-I MÜRSEL(AD AKTARMASI)
Benzetme amaç güdülmeden bir sözün ilgili olduğu başka bir söz yerine kullanılmasıdır.
İşe alınman için dün şirketle görüştüm.(İnsan)
Yarın sınıfı 9/H sınıfı yapacak.(Öğrenci)
Toplantıya Milliyet gazetesinin güçlü kalemleri de geldi.(Yazar)
Nihatın golüyle tüm stat ayağa kalktı.(Seyirci)
O evine çok bağlı bir insandır.(Ailesi)
Bu olay üzerine bütün köy ayaklandı.(Halk)
İstanbulâ??dan kalkan uçak az önce Adanaâ??ya indi.(Havaalanı)
5)TEŞHİS(KİŞİLEŞTİRME)
İnsan dışındaki canlı cansız varlıklara insan özelliği kazandırmaktır.
Her teşhiste aynı zamanda kapalı istiare vardır.
Güzel gitti diye pınar ağladı.
Menekşeler külahını kaldırır.
Bir sarmaşık uyanıyordu uykusunda
Geriniyordu bir eski duvarın sıvasında.
Toros dağlarının üstüne,
Ay un eledi bütün gece.
O çay ağır akar,yorgun mu bilmem,
Mehtabı hasta mı,solgun mu bilmem.
Aheste çek kürekleri mehtap uyanmasın,
Eskici dükkanında asma saat,
Çelik bir şal atmış omuzlarına.
Yalnızlığın okşadığı kalbime,yağmurlar küskün,
En güzel türküyü bir kurşun söyler.
Geceyi hasretle zaman.
6)İNTAK(KONUŞTURMA)
İnsan dışındaki varlıkları konuşturmaktır.Her intak sanatında teşhis sanatı vardır;ancak her teşhiste intak sanatı yoktur.
Deniz ve Mehtap sordular seni: Neredesin?
Maymun şunu anlatmak istemişti fikrince:
Boşa gitmez kötüye bir ceza verilince.
Dal bir gün dedi ki tomurcuğuna:
İçimde kanayan yara gibisin.
Sen ne için inilersin?
İçim oyuk,derdim büyük
Ben onunçün inilerim
Ben ki toz kanatlı bir kelebeğim,
Minicik gövdeme yüklü Kaf dağı.
Adam elini uzattı,tam onu koparacağı sırada menekşe: Bana dokunma!diye bağırdı.
7)TECAHÜL-İ ARİF
Anlam inceliği oluşturmak için herkesçe bilinen bir gerçeği bilmiyormuş gibi aktarmalıdır.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz.
Sular mı yandı,neden tunca benziyor mermer?
Geç fark ettim taşın sert olduğunu.
Gökyüzünün başka rengi de varmış,
Su insanı boğar,ateş yakarmış.
Şu karşıma göğüs geren,
Taş bağırlı dağlar mısın?
Saçların dalgalı,boya mı sürdün?
Gelmiyorsun artık,bana mı küstün?
İçimde kar donar,buzlar tutuşur,
Yağan ateş midir,kar mıdır bilmem.
8)HÜSN-İ TAâ??LİL
Sebebi bilinen bir olayın meydana gelişini,gerçek sebebinin dışında başka,güzel bir nedene bağlamadır.
Gül bahçesi sevgiliden haber geldiği için
Süslendi ve güzel kokular süründü.
Yoksun diye bahçemde çiçekler açmıyor bak.
Senin o gül yüzünü görmek için
Sana güneş bakmak için doğuyor.
Irmaklar bile ağladı.
Rüzgar gökte bir gezinti,
Üşürüz her akşam vakti,
Ne sıcak vücutlar gitti,
Toprağı ısıtmak için.
Güller kızarır utancından o gonca gül gülünce
Sümbül bükülür kıskancından kakül bükülünce.
Bir an önce görülsün diye Akdeniz,
Toroslarda ağaçlar hep çocuk kalır.
Toros dağlarının üstüne
Ay, un eledi bütün gece.
9) MÜBALAĞA (ABARTMA)
Sözün etkisini güçlendirmek için bir şeyi olduğundan daha çok ya da olduğundan daha az göstermektir.
Manda yuva yapmış söğüt dalına,
Yavrusunu sinek kapmış.
Alem sele gitti gözüm yaşından.
Bir ah çeksem dağı taşı eritir,
Gözüm yaşı değirmeni yürütür.
Bir gün gökyüzüne otursam,
Evlerin tavanlarını birer birer açsam.
Sıladan ayrıyım,gözümde yaşlar,
Sel olup taşacak bir gün derinden.
Sana olan aşkım dağı taşı eritir,
Gözümdeki yaşlardan bir deniz olur.
Ben ki toz kanatlı bir kelebeğim,
Minicik gövdeme yüklü Kaf dağı.
Sekizimiz odun çeker,
Dokuzumuz ateş yakar
Kaz kaldırmış başın bakar
Kırk gün oldu ,kaynatırım kaynamaz.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
Gömelim gel seni tarihe desem,sığmazsın.
Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır.
DİVAN EDEBİYATI NAZIM BİÇİMLERİ
DİVAN EDEBİYATI NAZIM BİÇİMLERİ
1. GAZEL: Özellikle aşk, güzellik ve içki konusunda yazılmış belirli biçimdeki şiirlere denir. Beyit sayısı genellikle 5-9 arasında değişir. Gazelin ilk beyti mutlaka kendi arasında uyaklı olur.Bu ilk beyte “matla”, son beyte ise “makta” adı verilir. Bir gazelin en güzel beytine “beyt-ül gazel”, şairin mahlasının bulunduğu beyte de “mahlas beyti” denir. Beyitleri arasında anlam birliği bulunan gazele “yek-âhenk”, aynı güç ve güzellikte beyitlerden oluşan gazele de “yek-âvâz” gazel adı verilir.
2. KASİDE: Din ve devlet büyüklerini övmek amacıyla belirli kurallar içinde yazılan uzun şiirlerdir. En az 33, en çok 99 beyitten oluşur. Kasidenin en güzel beytine “beyt-ül kaside”, şairin mahlasının bulunduğu beyte de “taç-beyt” adı verilir.
3. MESNEVİ: Her beyti kendi içinde uyaklı uzun nazım biçimidir.Bir anlamda Divan edebiyatında manzum hikayelerin yazıldığı bir biçim olarak da tanımlayabiliriz.
Mevlânâ’nın ünlü tasavvufi mesnevisi 25.700 beyitten oluşmuştur.
Mesneviler aşk, dini ve tasavvufi, ahlaki-öğretici, savaş ve kahramanlık, bir şehri ve şehrin güzelliklerini anlatma, mizah gibi türlü konularda yazılmıştır. Divan edebiyatında roman ve hikaye gibi türler olmadığı için mesneviler bir bakıma bu türlerin yerini tutmuşlardır. On bölümden oluşur.Aynı şair tarafından yazılmış beş mesneviye “Hamse” adı verilir. Hamse sahibi olarak tanınmış önemli divan şairleri: Ali Şir Nevâi, Taşlıcalı Yahya, Nev’i-zâde Atâi’dir.
4. KITA: Yalnız ikinci ve dördüncü dizeleri birbiriyle uyaklı iki beyitlik nazım biçimidir. Beyitler arasında anlam birliği bulunur. Pek çok konuda yazılabilir.
5. MÜSTEZAT: Gazelin özel bir biçimine denir. Uzun dizelere kısa bir dize eklenerek yazılır. Uzun ve kısa dizeler gazel gibi kendi aralarında uyaklanırlar. Kısa dizelere “ziyade” adı verilir.
BENTLERDE KURULAN NAZIM BİÇİMLERİ
1) RUBÂİ: Dört dizelik ve kendine özgü ayrı ölçüsü olan bir nazım biçimidir. Konusu daha çok dünya görüşüne ve şairin felsefi düşüncelerine yöneliktir.
Edebiyatımızda bu türün en başarılı son temsilcisi olarak Yahya Kemal gösterilmektedir
2) TUYUĞ (TUYUK): Rubâi gibi dört dizelik bir nazım biçimidir. Edebiyatımızda en çok tuyuğ yazmış şair Kadı Burhanettin’dir. Bu biçim yalnızca Türk edebiyatına özgüdür. (Rubai, İran edebiyatından geçmedir).
BİRDEN ÇOK DÖRTLÜKLER
1) MURABBA: Dört dizelik kıtalardan oluşur. Bent sayısı 3-7 arasında değişir. Her konuda yazılır
2) ŞARKI: Genellikle aşk, içki, eğlence konularında yazılan dört dizelik nazım biçimidir. Biçim bakımından “murabba”ya benzer. Çoğunlukla bestelenmek için yazılır. Bu biçim de tuyuğ gibi yalnızca Türk edebiyatına özgüdür. “Şarkı” biçiminin yaratıcısı ve en güçlü şairi Nedim’dir.
NOT: Divan edebiyatında üçlü ya da daha çok mısralı bentlerden meydana gelmiş nazım şekillerinin genel adı MUSAMMAT’tır. Yani dört dizeden oluşan murabba, şarkı gibi biçimlerin; beş dizeden oluşan tahmis, taştir, tardiyye gibi biçimlerin ya da altı veya daha çok dizeden oluşan biçimlerin tümünün üst başlığı MUSAMMAT’tır.
TERKİB-İ BENT: Bentlerle kurulan bir nazım biçimidir. Her bent, sayısı 5-10 arasında değişen beyitlerden oluşur. Bendin son beytine “vasıta beyti” denir. Terkib-i bentte vasıta beyti her beytin sonunda değişir ve vasıta beyti mutlaka kendi içinde uyaklı olur.
Terkib-i bentlerde genellikle talihten ve hayattan şikayetler, dini, tasavvufi, felsefi düşünceler anlatılmış, toplumsal yergi niteliğinde eleştirilere yer verilmiştir.
TERCİ-İ BENT: Biçim bakımından terkib-i bente benzer ; ancak vasıta beyti her bendin sonunda değişmez ve aynen tekrarlanır. Konularında daha çok Tanrının gücü, evrenin sonsuzluğu, doğanın ve yaşamın karşıtlıkları vardır.
1. GAZEL: Özellikle aşk, güzellik ve içki konusunda yazılmış belirli biçimdeki şiirlere denir. Beyit sayısı genellikle 5-9 arasında değişir. Gazelin ilk beyti mutlaka kendi arasında uyaklı olur.Bu ilk beyte “matla”, son beyte ise “makta” adı verilir. Bir gazelin en güzel beytine “beyt-ül gazel”, şairin mahlasının bulunduğu beyte de “mahlas beyti” denir. Beyitleri arasında anlam birliği bulunan gazele “yek-âhenk”, aynı güç ve güzellikte beyitlerden oluşan gazele de “yek-âvâz” gazel adı verilir.
2. KASİDE: Din ve devlet büyüklerini övmek amacıyla belirli kurallar içinde yazılan uzun şiirlerdir. En az 33, en çok 99 beyitten oluşur. Kasidenin en güzel beytine “beyt-ül kaside”, şairin mahlasının bulunduğu beyte de “taç-beyt” adı verilir.
3. MESNEVİ: Her beyti kendi içinde uyaklı uzun nazım biçimidir.Bir anlamda Divan edebiyatında manzum hikayelerin yazıldığı bir biçim olarak da tanımlayabiliriz.
Mevlânâ’nın ünlü tasavvufi mesnevisi 25.700 beyitten oluşmuştur.
Mesneviler aşk, dini ve tasavvufi, ahlaki-öğretici, savaş ve kahramanlık, bir şehri ve şehrin güzelliklerini anlatma, mizah gibi türlü konularda yazılmıştır. Divan edebiyatında roman ve hikaye gibi türler olmadığı için mesneviler bir bakıma bu türlerin yerini tutmuşlardır. On bölümden oluşur.Aynı şair tarafından yazılmış beş mesneviye “Hamse” adı verilir. Hamse sahibi olarak tanınmış önemli divan şairleri: Ali Şir Nevâi, Taşlıcalı Yahya, Nev’i-zâde Atâi’dir.
4. KITA: Yalnız ikinci ve dördüncü dizeleri birbiriyle uyaklı iki beyitlik nazım biçimidir. Beyitler arasında anlam birliği bulunur. Pek çok konuda yazılabilir.
5. MÜSTEZAT: Gazelin özel bir biçimine denir. Uzun dizelere kısa bir dize eklenerek yazılır. Uzun ve kısa dizeler gazel gibi kendi aralarında uyaklanırlar. Kısa dizelere “ziyade” adı verilir.
BENTLERDE KURULAN NAZIM BİÇİMLERİ
1) RUBÂİ: Dört dizelik ve kendine özgü ayrı ölçüsü olan bir nazım biçimidir. Konusu daha çok dünya görüşüne ve şairin felsefi düşüncelerine yöneliktir.
Edebiyatımızda bu türün en başarılı son temsilcisi olarak Yahya Kemal gösterilmektedir
2) TUYUĞ (TUYUK): Rubâi gibi dört dizelik bir nazım biçimidir. Edebiyatımızda en çok tuyuğ yazmış şair Kadı Burhanettin’dir. Bu biçim yalnızca Türk edebiyatına özgüdür. (Rubai, İran edebiyatından geçmedir).
BİRDEN ÇOK DÖRTLÜKLER
1) MURABBA: Dört dizelik kıtalardan oluşur. Bent sayısı 3-7 arasında değişir. Her konuda yazılır
2) ŞARKI: Genellikle aşk, içki, eğlence konularında yazılan dört dizelik nazım biçimidir. Biçim bakımından “murabba”ya benzer. Çoğunlukla bestelenmek için yazılır. Bu biçim de tuyuğ gibi yalnızca Türk edebiyatına özgüdür. “Şarkı” biçiminin yaratıcısı ve en güçlü şairi Nedim’dir.
NOT: Divan edebiyatında üçlü ya da daha çok mısralı bentlerden meydana gelmiş nazım şekillerinin genel adı MUSAMMAT’tır. Yani dört dizeden oluşan murabba, şarkı gibi biçimlerin; beş dizeden oluşan tahmis, taştir, tardiyye gibi biçimlerin ya da altı veya daha çok dizeden oluşan biçimlerin tümünün üst başlığı MUSAMMAT’tır.
TERKİB-İ BENT: Bentlerle kurulan bir nazım biçimidir. Her bent, sayısı 5-10 arasında değişen beyitlerden oluşur. Bendin son beytine “vasıta beyti” denir. Terkib-i bentte vasıta beyti her beytin sonunda değişir ve vasıta beyti mutlaka kendi içinde uyaklı olur.
Terkib-i bentlerde genellikle talihten ve hayattan şikayetler, dini, tasavvufi, felsefi düşünceler anlatılmış, toplumsal yergi niteliğinde eleştirilere yer verilmiştir.
TERCİ-İ BENT: Biçim bakımından terkib-i bente benzer ; ancak vasıta beyti her bendin sonunda değişmez ve aynen tekrarlanır. Konularında daha çok Tanrının gücü, evrenin sonsuzluğu, doğanın ve yaşamın karşıtlıkları vardır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)